Otomobilin Tarihi – Tarihin ilk otomobili

Otomobilin Tarihi – Tarihin ilk otomobili

Tarihin ilk otomobilinin hangisi olduğunu söyleyebilmek oldukça zor olsa da genel olarak Karl Benz tarafından üretilen Benz Patent Motorwagen ilk otomobil olarak kabul edilir. Ancak Cugnot’nun “Fardier”sini de ilk otomobil olarak kabul edenler vardır. 1891’de Panhard ve Levassor Paris sokaklarında Benz motoruyla donatılmış ilk Fransız otomobilleriyle dolaşmaktaydı. 1877’de 4 zamanlı ve 1 beygir gücüne sahip motoru olan bir otomobil geliştiren Alman mucit Siegfried Marcus ise ilk otomobil ile ilgili tartışmaların dışında kalmıştır.

Otomobilin tarihi

Otomobilin tarihi, 19. yüzyılda enerji kaynağı olarak buharın kullanılmasıyla başlar ve içten yanmalı motorlarda petrolün kullanılmasıyla devam eder. Günümüzde alternatif enerji kaynakları ile çalışan otomobillerin üretilmesi konusunda çalışmalar hız kazanmıştır.

Otomobil, ortaya çıkışından itibaren gelişmiş ülkelerde insan ve yük taşımacılığı konusunda ana ulaşım aracı olarak kendini kabul ettirmiş ve otomotiv endüstrisi II. Dünya Savaşı’ndan sonra en etkili endüstri kollarından birisi olmuştur. Dünya üzerinde 1907 yılında 250.000 olan otomobil sayısı, 1914’te Ford Model T’nin ortaya çıkışıyla 500.000’e ulaşmış, II. Dünya Savaşı’ndan hemen önce bu sayı 50 milyonun üzerine çıkmıştır. Savaşın ardından geçen otuz yıl içindeyse otomobil sayısı altı katına çıkarak 1975 yılında 300 milyona ulaşmıştır. Dünya üzerinde yıllık otomobil üretimi 2007 yılında 70 milyonu geçmiştir.

Otomobil tek bir kişi tarafından bulunmamış ve yaklaşık yüz yıl boyunca dünyanın dört bir yanında ortaya çıkan buluşların bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmıştır.[2] Modern otomobilin ortaya çıkışının yaklaşık 100.000 patent alımı sonrasında gerçekleştiği tahmin edilmektedir.

Otomobil ulaşımda bir çığır açtı ve bireylerin mekân ile olan ilişkileri başta olmak üzere derin sosyal değişikliklere neden oldu. Ekonomik ve kültürel ilişkilerin gelişmesini kolaylaştırmakla kalmayıp yollar, otoyollar ve park yerleri gibi yeni altyapıların geliştirilmesi ve oluşmasına yol açtı. Tüketim nesnesi olarak görülmesiyle birlikte yeni bir evrensel kültüre temel oldu ve sanayileşmiş ülkelerdeki ailelerin gündelik yaşamı için olmazsa olmaz bir araç olarak yerini aldı.

Otomobilin sosyal yaşam üzerindeki etkileri her zaman tartışma konusu olmuştur. Yaygınlaşmaya başladığı 1920’lerden beri çevre üzerinde (yenilenemeyen enerji kaynaklarının kullanılması, kaza sonucu ölüm yüzdesinin artması, kirliliğe yol açması) ve sosyal yaşam üzerinde (bireyselliğin artması, obezite, çevre düzeninin değişmesi) olan etkileri nedeniyle eleştirilerin odağı haline olmuştur, ayrıca otomobil kullanımının artmasıyla birlikte şehir içinde tramvay ve şehirlerarası tren kullanımının önemli oranda azalmasına sebep olmuştur.

20. yüzyılın sonları ve 21. yüzyılın başlarında önemli petrol krizleri ile karşılaşan otomobilin karşısında petrolün kaçınılmaz azalması, küresel ısınma ve endüstrinin genelinde uygulanan kirlilik yaratan gazların emisyonları üzerindeki kısıtlamalar gibi sorunlar bulunmaktadır. Bunların üzerine 2007 – 2009 yılları arasında yaşanan ve otomobil endüstrisini derinden etkileyen küresel finans krizi de eklenmiş, bu kriz önemli küresel otomotiv gruplarına ciddi zorluklar yaşatmıştır.

Otomobil kelimesi nasıl ortaya çıktı?

Otomobil sözcüğü Türkçeye, Grekçe “kendi” anlamındaki αὐτός (autós) ve Latince “hareket eden” manasındaki mobilis sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulan ve başka bir hayvan ya da araç tarafından itilmek ya da çekilmek yerine kendi kendine hareket eden araç anlamına gelen Fransızca automobile sözcüğünden geçmiştir. Franszıcada ilk defa 1865 civarında kullanımı görülen kelime başlarda elektrikli motorları belirtmiş olup 1894 dolaylarından itibaren benzin motorlu araçları tanımlamak için kullanılır hale gelmiştir. Türkçe yazılı kaynaklarda ilk olarak Ahmet Rasim tarafından Şehir Mektupları yapıtında 1898’de kullanılmıştır.

Otomobilin icadı

Roger Bacon, 13. yüzyılda Guillaume Humbert’e yazdığı bir mektupta at ile çekilmeden, hayal bile edilemeyecek hızda hareket eden bir aracın yapılabileceğinden söz eder. Bunun üzerine kendi kendine hareket eden ilk araç, büyük olasılıkla 1679 – 1681 yılları arasında Pekin’de Cizvit misyoner Ferdinand Verbiest tarafından Çin imparatoru için bir oyuncak olarak yapılan küçük buharlı bir araçtır. Bu araç, bir oyuncak olarak tasarlanmış olup küçük bir ocağın üzerinde bulunan buhar kazanı, buharın hareket ettirdiği bir çark ve dişliler ile hareket ettirilen küçük tekerleklerden oluşuyordu. Verbiest, bu aracın nasıl çalıştığını 1668’de yazdığı “Astronomia Europa” adlı eserinde açıklar.

Leonardo da Vinci’nin 15. yüzyıla ait “Codex Atlanticus” adlı yapıtında da atsız hareket eden bir aracın ilk çizimleri bulunmaktadır. Rönesans dönemi mühendisi Francesco di Giorgio Martini ise kabaca dört tekerlekli bir araca benzeyen ve “otomobil” adı ile anılan bir çizimi çalışmalarında kullanmıştır.

Fransız mucit Nicolas Joseph Cugnot, 1769’da Ferdinand Verbiest’in düşüncesini hayata geçirmiş ve 23 Ekim’de buhar kazanı ile çalışan ve “fardier à vapeur” (buharlı yük arabası) adını verdiği aracı çalıştırmıştır. Bu kendinden tahrikli araç, Fransız Ordusu için ağır topların taşınması amacıyla geliştirilmiş olup yaklaşık olarak saatte 4 km hıza ulaşabilmiştir. Ancak, bu araçta direksiyon ve fren bulunmamış, ve deneme sırasında bir duvarı kaza yapmıştır.

Fransa Dışişleri, Savaş ve Donanma Bakanı olan Choiseul Dükü bu projeye ilgi göstermiş ve 1771’de ikinci bir model üretilmiştir. Ancak Choiseul Dükü görevden ayrılınca ve halefi projeye ilgi göstermeyince araç depoya kaldırılmıştır. Ancak 1800’lerde Topçu Genel Komiseri L.N. Rolland tarafından yeniden ortaya çıkarılmış, ancak Napolyon Bonaparte’nin ilgisini çekememiştir.

Dünya genelinde diğer ülkelerde de benzer araçlar üretilmiştir. Rus mucit Ivan Kulibin, 1780’lerde pedallı ve buhar kazanı ile çalışan bir araç üzerinde çalışmaya başlamış, 1791’de tamamlanan üç tekerlekli buharlı araç modern otomobillerde görülen volan, fren, vites kutusu ve yataklar gibi özelliklere sahipti. Ancak Kulibin’in diğer buluşları gibi hükümet aracının potansiyelini görmemiş ve çalışmalar daha fazla geliştirilmemiştir.

Amerikalı mucit Oliver Evans, yüksek basınçlı buhar makinelerini geliştirmiş, fikirlerini 1797’de sergilemiştir. Ancak çok az kişi tarafından desteklenmiş ve icadı 19. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde önem kazanmıştır. İngiliz mucit Richard Trevithick ise 1801’de buhar ile çalışan üç tekerlekli ilk İngiliz aracını geliştirmiştir.

Buharlı otomobiller üzerine çalışmalar sonucunda demiryollarının gelişmesinde etkili olan İngiltere, buharlı yol araçlarının gelişimine de öncülük edeceği düşünülmüşse de 1839’da çıkan ve buharlı araçların hızını saatte 10 km ile sınırlayan bir yasa, otomobillerin gelişmesini engellemiştir.

Fransa’da buharlı otomobillerin gelişimi devam etmiştir. 1873’te Amédée Bollée tarafından piyasaya sunulan ve ilk gerçek otomobil sayılabilecek L’Obéissante, on iki kişiyi taşıma kapasitesine sahipti ve saatte 40 km hız yapabiliyordu. Bollée, daha sonra 1876’da dört tekerlekten tahrikli ve yönlendirilebilen buharlı bir yolcu aracı olan La Mancelle’i tasarlamıştır. Bu araç daha hafif ve daha hızlıydı.

1878’de Paris Dünya Fuarı’nda bu tür yeni araçlar sergilenmiş ve büyük ilgi görmüştür. Özellikle Almanya’dan siparişler alınmaya başlanmış ve 1880’de Bollée Almanya’da bir şirket kurmuştur. Bu dönemde Bollée, birçok otomobili tanıtmak amacıyla dünyayı dolaşmıştır. Aynı dönemde diğer ülkelerde de benzer araçlar üretilmiştir. Rusya’da Ivan Kulibin, 1780’lerde pedallı ve buhar kazanı ile çalışan bir araç üzerinde çalışmaya başlamış, 1791’de tamamlanan üç tekerlekli buharlı araç modern otomobillerde görülen volan, fren, vites kutusu ve yataklar gibi özelliklere sahipti. Ancak Kulibin’in diğer buluşları gibi hükümet aracının potansiyelini görmemiş ve çalışmalar daha fazla geliştirilmemiştir.

Amerikalı mucit Oliver Evans, yüksek basınçlı buhar makinelerini geliştirmiş, fikirlerini 1797’de sergilemiştir. Ancak çok az kişi tarafından desteklenmiş ve icadı 19. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde önem kazanmıştır. İngiliz mucit Richard Trevithick ise 1801’de buhar ile çalışan üç tekerlekli ilk İngiliz aracını geliştirmiştir.

Buharlı otomobiller üzerine çalışmalar sonucunda demiryollarının gelişmesinde etkili olan İngiltere, buharlı yol araçlarının gelişimine de öncülük edeceği düşünülmüşse de 1839’da çıkan ve buharlı araçların hızını saatte 10 km ile sınırlayan bir yasa, otomobillerin gelişmesini engellemiştir.

Fransa’da buharlı otomobillerin gelişimi devam etmiştir. 1873’te Amédée Bollée tarafından piyasaya sunulan ve ilk gerçek otomobil sayılabilecek L’Obéissante, on iki kişiyi taşıma kapasitesine sahipti ve saatte 40 km hız yapabiliyordu. Bollée, daha sonra 1876’da dört tekerlekten tahrikli ve yönlendirilebilen buharlı bir yolcu aracı olan La Mancelle’i tasarlamıştır. Bu araç daha hafif ve daha hızlıydı.

Fransız mucit Nicolas Joseph Cugnot, 1769’da Ferdinand Verbiest’in düşüncesini hayata geçirmiş ve 23 Ekim’de buhar kazanı ile çalışan ve “fardier à vapeur” (buharlı yük arabası) adını verdiği aracı çalıştırmıştır. Bu kendinden tahrikli araç, Fransız Ordusu için ağır topların taşınması amacıyla geliştirilmiş olup yaklaşık olarak saatte 4 km hıza ulaşabilmiştir. Ancak, bu araçta direksiyon ve fren bulunmamış, ve deneme sırasında bir duvarı kaza yapmıştır.

Fransa Dışişleri, Savaş ve Donanma Bakanı olan Choiseul Dükü bu projeye ilgi göstermiş ve 1771’de ikinci bir model üretilmiştir. Ancak Choiseul Dükü görevden ayrılınca ve halefi projeye ilgi göstermeyince araç depoya kaldırılmıştır. Ancak 1800’lerde Topçu Genel Komiseri L.N. Rolland tarafından yeniden ortaya çıkarılmış, ancak Napolyon Bonaparte’nin ilgisini çekememiştir.

Dünya genelinde diğer ülkelerde de benzer araçlar üretilmiştir. Rus mucit Ivan Kulibin, 1780’lerde pedallı ve buhar kazanı ile çalışan bir araç üzerinde çalışmaya başlamış, 1791’de tamamlanan üç tekerlekli buharlı araç modern otomobillerde görülen volan, fren, vites kutusu ve yataklar gibi özelliklere sahipti. Ancak Kulibin’in diğer buluşları gibi hükümet aracının potansiyelini görmemiş ve çalışmalar daha fazla geliştirilmemiştir.

Amerikalı mucit Oliver Evans, yüksek basınçlı buhar makinelerini geliştirmiş, fikirlerini 1797’de sergilemiştir. Ancak çok az kişi tarafından desteklenmiş ve icadı 19. yüzyılın ilerleyen dönemlerinde önem kazanmıştır. İngiliz mucit Richard Trevithick ise 1801’de buhar ile çalışan üç tekerlekli ilk İngiliz aracını geliştirmiştir.

Buharlı otomobiller üzerine çalışmalar sonucunda demiryollarının gelişmesinde etkili olan İngiltere, buharlı yol araçlarının gelişimine de öncülük edeceği düşünülmüşse de 1839’da çıkan ve buharlı araçların hızını saatte 10 km ile sınırlayan bir yasa, otomobillerin gelişmesini engellemiştir.

Fransa’da buharlı otomobillerin gelişimi devam etmiştir. 1873’te Amédée Bollée tarafından piyasaya sunulan ve ilk gerçek otomobil sayılabilecek L’Obéissante, on iki kişiyi taşıma kapasitesine sahipti ve saatte 40 km hız yapabilirdi. Bollée, daha sonra 1876’de dört tekerlekten tahrikli ve yönlendirilebilen buharlı bir yolcu aracı olan La Mancelle’i tasarladı. Bu araç daha hafif ve daha hızlıydı.

Motorlarda sağlanan gelişmeler sonucunda bazı mühendisler buhar kazanının boyutunu küçültmeye çalıştı. Bu çalışmalar sonucunda, 1889 Dünya Fuarı’nda Serpollet – Peugeot tarafından gerçekleştirilen ve otomobil ile üç tekerlekli motosiklet arasında sayılan ilk buharlı araç sergilendi. Bu gelişme “anlık buharlaşma” sağlayan kazanı geliştiren Léon Serpollet sayesinde elde edilmiştir. Serpollet ayrıca kendi geliştirdiği araç ile birlikte ilk Fransız sürücü ehliyetinin de sahibi olmuştur. Hem sahip olduğu şasi hem de o dönemdeki kullanım tarzı bakımından bu üç tekerlekli araç otomobil olarak değerlendirilir.

Buharlı otomobillerin gelişmesi sırasında önemli bir dönüm noktası içten yanmalı motorun bulunmasıdır. İçten yanmalı motorların öncülü olarak kabul edilen, içinde bir piston bulunan metal silindirden oluşan bir düzenek, 1673’te Paris’te fizikçi Christiaan Huygens ve asistanı Denis Papin tarafından geliştirilmiştir. İsviçreli François Isaac de Rivaz 1775’e doğru otomobilin gelişimine katkıda bulunmuş ve 1807’de içten yanmalı motora benzeyen bir düzeneğe patent almıştır.

Belçikalı mühendis Étienne Lenoir 1859’da iki zamanlı içten yanmalı motorun patentini almış ve 1860’ta bu motoru geliştirmiştir. Lenoir’nin motoru, kömür gazıyla çalışmış ve tekerleklerle değil ayrı bir platformda bulunmuştu. Ancak Lenoir’nin motoru 1860’larda birçok kişi tarafından taklit edilmiştir. Bu dönemde Lenoir’nin motoru ile birleştirilen bir araç da üretilmiştir. Bu araçlar, tekerlekler üzerinde değil ayrı bir platformda bulunuyordu ve taşıtlar için pek uygun değildi.

Daimler-Motoren-Gesellschaft’ın (DMG) kurucusu Gottlieb Daimler, 1885’te bir içten yanmalı motor tasarladı ve patentini aldı. Bu motor, tekerleklerle birleştirilmiş ve ilk gerçek otomobil sayılabilecek bir aracın güç kaynağı olmuştur. Daimler ayrıca 1886’da bu motoru kullanan ilk otomobili üretti. 1888’de sergilenen bu araç, dünyanın ilk motorlu otomobili olarak kabul edilir.

Böylece içten yanmalı motorun icadı, buharlı otomobillerin yerini alarak modern otomobilin temelini atmıştır. İçten yanmalı motorlar, daha verimli, daha hızlı ve daha taşınabilir araçların gelişimini mümkün kılmıştır. Bu dönemde diğer mucitler de benzer çalışmalar yapmış, örneğin Alman mühendis ve otomobil üreticisi Carl Benz, 1885’te içten yanmalı motorlu bir araç tasarlamış ve 1886’da patent almıştır. Benz’in ürettiği otomobil, Daimler’in otomobiliyle birlikte otomobilin tarihinde önemli bir dönüm noktasını temsil eder.

İlk araba markalarından Peugeot

Dünyanın ilk araba markası olarak kabul edilen bir diğer marka Peugeot, 1842 yılında kuruldu. Ancak başlangıçta, ilk 40 yıl boyunca tuzluk, karabiberlik gibi süs eşyaları üretimiyle uğraştı. 1892 yılında Peugeot, otomobil üretimine yönelerek ileride yapacağı araba modellerinin temellerini atmaya başladı. Başlangıçta bisiklet lastikleri üretimiyle ilgilenen Peugeot, 1892 yılında elde ettiği deneyimleri kullanarak bu alanda başarılı oldu.

1885-built Benz Patent-Motorwagen

Peugeot, 1892 yılında büyük çaba harcayarak ürettiği ilk otomobili V-twin motor ve arkadan çekiş özellikleriyle donattı. İlk araba modelini yılda 5 adet üretebilecek kapasiteye sahipken, günümüzde en fazla 100 araç üretme imkanına sahip olduğu görülmüştür. 1900’lerin başlarına gelindiğinde dünyanın ilk araba markası olan Peugeot, yılda 500 araç üretebilecek seviyeye ulaştı. Bu dönemde araçların değerini kavrayan hükûmet yetkilileri, Peugeot gibi otomobil firmalarına maddi destek sağlayarak sektörün büyümesine katkıda bulundu.

dünyada üretilen ilk arabalar, dünyanın ilk arabaları, dünyada üretilen ilk araba, dünyanın ilk araba markası
1924 Doble Model E

Peugeot, kurulduğu günden bugüne sürekli olarak kendini geliştirmeye devam etti. İlk otomobil markalarının öncüleri arasında yer almanın hem avantajları hem de dezavantajları oldu. Diğer ülkelerden gelen maddi ve manevi destek, Peugeot’un önemli bir avantajıydı.

dünyanın ilk araba markası peugeot'nun ilk arabası
Dünyanın ilk araba markası Peugeot’nun ilk arabası

Ülkesindeki mimar ve mühendisleri çekmek isteyen hükûmet yetkilileri, büyük miktarda kaynak sağlama taahhüdünde bulundular. Aynı zamanda Peugeot, sektördeki en eski otomobil üreticilerinden biri olarak zengin bir deneyime sahip olmasıyla da müşteri çekme avantajına sahipti.

dünyada üretilen ilk arabalar, dünyanın ilk arabaları, dünyada üretilen ilk araba, dünyanın ilk araba markası
The Ford Model T

Bununla birlikte, her yıl yeni otomobil markalarının sektöre girmesi Peugeot’un karşılaştığı zorluklardan biriydi. Her yıl rekabetin arttığı bir ortamda, Peugeot stratejilerini geliştirmiş ve nasıl rekabet edeceğini öğrenmiştir. Ayrıca Peugeot, markasını ve kuruluşunu her yıl daha da değerli hâle getirdiği için diğer sektörlerde ün kazanmış şirketler, Peugeot’un hisselerini artırmadan önce onu satın alma isteğiyle yaklaştılar. Ancak Peugeot’un zamanında hisselerine yatırım yapanlar, bu teklifleri reddettiklerinde ileride büyük rekabetlerle karşı karşıya kaldılar.

Dünyanın ilk araba markası Peugeot, kuruluşundan bu yana her türlü zorluğa meydan okuyarak mücadele etti ve hak ettiği yere gelmeyi başardı. Özellikle 20. yüzyılın sonlarındaki büyük dünya savaşları sırasında, ülkelerin savaş ihtiyaçlarını karşılamak için farklı ülkelerde fabrikalar kurarak önemli bir rol üstlendi. Bu dönemdeki faaliyetler, Peugeot’un bugünkü değerine büyük ölçüde katkı sağladı.



Bir yorum yazın

%d